Köşeye Sıkışmak

Köşeye Sıkışmak

Genellikle hissettiğimiz bir durum değil midir ? “Köşeye sıkışmak...”


Köşeye Sıkıştığınızda...

 

Genellikle hissettiğimiz bir durum değil midir ? “Köşeye sıkışmak...”

Çünkü, bizim sıkışıp kalmak için o kadar çok nedenimiz var ki...

Her şeyin bittiğini düşündüğümüz, umutlarımızı yitirdiğimiz, kendimizi kendimize itiraf edemediğimiz, kendimizden kaçtığımız, bir türlü karar veremediğimiz, artık yeter diye haykırdığımız anlar.

Tek yöne bakıp bakıp sıkıştığımızı ve gidebileceğimiz bir yol olmadığını gördüğümüzde, bir çok seçim şansımız olduğunda ama düşüncelerimizin bizi adeta felç edip seçim yapamadığımız durumlarda, ne yapacağımızı çok iyi bildiğimiz ama nasıl başlayacağımızı bilmediğimiz durumlarda, beni biri gelip kurtarsın dediğimiz durumlarda veya herşeyi kendimiz yapmaya çalıştığımızda aslında bir köşeye sıkışmışızdır.

Genellikle kelimesini kullanarak abartmasakta hayatımızda en az bir kere ya da birden çok bu hissi yaşamışızdır. Yani bir başka deyişle köşeye sıkışmışızdır.

Köşeye sıkıştığımız kesin olduğuna göre, gelin bu köşeden nasıl çıkarız onu tartışalım.

Köşeye sıkışmak bize beraberinde mutsuzluğu da getirmekte. Bu mutsuzluk ise hayatımızı şekillendirmekte ve başarımızı dahi etkilemektedir. İşte bu da bizim bakış açımız veya bir başka deyişle paradigmalarımızda yola çıkışımızdır.

İnsan beyni inanılmazdır. Gerçek anlamda gören ve tanımlayan aslında beyindir. Öyleyse biz neyi görüyoruz ? Acaba biz insanoğlu, gerçekten de her yerde söylediğimiz gibi herşeyi olduğu gibimi görüyoruz ? Yoksa görmek istediğimiz gibi mi ? Tartışılır. Buna verebileceğimizi en iyi örnek şüphesiz ki, karşımızdaki bir insan olan bakış açımızdır. Zaman zaman olumlu, zaman zaman da olumsuz düşüncelere sahip olabilen beynimiz, bakış açımızı da şekillendirerek karşımızdaki kişilerin olumlu ya da olumsuz yönlerini görmemize odaklanmamıza neden olmaktadır. Bilirsiniz, bu yadsınamaz bir gerçektir. Bir insan takmak istediğinizde olumsuz tüm yönlerini görmeye başlarsınız ve bu bakış açınız zaman içerisinde gerçeğimiz haline gelerek o kişiye olan tutum ve tavrımızı da belirlemektedir. İşte bu insan ilişkilerinde sıkışıp kalmanın bir türüdür. Biz ilişkilerimizi kendi kendimize çıkmaza sokmakta ve sonrasında da savunmacı bir davranış sergileyerek nedenselliği karşımızdakinde aramaktayız. Oysaki bu sıkışıp kalmışlığın tek ve değişmez bir nedeni vardır kii bu neden yalnızca kendimiziz. yani kendi bakış açılarımız. İlk ele alabileceğimzi durum bu olabilir. İlişkilerde sıkışıp kalmak. İlişkiler, sosyal bir varlık olan insanın yaşamında gerek aile, gerek iş veya gerekse özel olan bir kavramdır ve bu kavramların herhangi birinde herhangi bir sıkışmayı her an yaşamamızda mümkündür.

Bu durumdaki sıkışmadan kurtulmamızın yolu ne olabir ? Elbette ilk önce paradigmamızı yani bakış açımızı değiştirmek. Yani ilişki yaşadığımız karşımızdaki kişinin olumsuz değil, olumlu yanlarını görmeye başlayarak değişmek. Bu değişim asla kolay olmaz. Bu değişim sürecinde kişinin karşılaşabileceği en büyük zorluk, şüphesiz ki, değişime başlayabilmek için eski bakış açısının yarattığı yerçekiminden kurtulmaktır. Bu durumda değişimi yaratacak kişinin öncelikli olarak istek ve içsel disiplini yani irade gücü ve kararlılığı ön plana çıkmaktadır. Bu yerçekimini yenmenin yegane yolu, kararlılıkla mücadele etmek ve karşımıza çıkacak engellere ne olursa olsun takılmadan bakış açımızı değiştirmeye çalışmaktır. Bir başka deyişle ise, zihnimizde ilişkiyede olduğumuz o kişi ile ilgili olumsuz düşünceleri, olumluya doğru çevirmektir. Bu bir yerde zihin haritalarımızı yeniden oluşturmak ve yeniden programlamaktır.

Zihin haritamızı değiştirebilmenin bir başka etkiside vizyonumuzun genişlemesine neden olmasıdır. Böylelikle sıkışıp kalmamıza neden olan vizyon darlığından kurtularak büyük resmi görmeye odaklanabiliriz. Hayatımızın her anlamında resmin büyüklüğününde farkına varabilecek bakış açılarını yaratabilmeliyiz.

Zihin haritamızı değiştirmek yalnızca ilişkilerde köşeye sıkışılan durumdan çıkmamıza değil, bir çeok durumdan kurtulmamıza neden olabilir. Bu bazen insanın yaratıcılığınıda artıran zorunlu bir kavramdır. Bildiğimiz gibi zorunluluk hali kişde isteğin doğmasına da neden olabileceği için, sıkışıp kalınan an kişiye yeni bir bakış açısı kazanması gerektiğinin mesajını verir. Bu anlamda da aslında köşeye sıkışma anlarımızın olumlu yönlerininde olduğunu kabüllenmemiz yani bu andan bir ders çıkartarak hayatımızın geri kalanını yeniden programlayabilmemiz için elimize bir fırsat geçtiğinide düşünebiliriz.

Sıkışılan durumlardan bir başka kurtuluş yöntemi de kendimizi kendimize itiraf edebilmektir. Aslında genelde insanında doğası gereği herhalde diye düşünüyorum zaman zaman bundan kaçıyoruz. Yani aynanın karşısına geçip kendimizi göremiyoruz. Aslında bu sıkışmalarında nedeni daha önce de söylediğim gibi kendimiziz. Ancak, biz bunu kabullenebiliyormuyuz ? Yaşadığımız durumların kendi kararlarımız, kendi seçimlerimiz, kendi anlayışlarımız olduğunu kabullenip, insanoğlu için en zor olanı yani kendimizi kendimize itiraf edebilmeyi becerebilmek olmalı. Geçmişte sıkışıp kalmakta bir tür köşeye sıkışma değilmidir. O halde daima ileriyi düşünmek gereklidir. yani geleceğe odaklanmak. Biz genellikle geçmişe takılıp kalıyor yani yine köşeye sıkışıyoruz. Hatırlarız, Robin Williams’ın başrolde oynadığı “Ölü Ozanlar Derneği” filminde geçen bir deyiş vardır : “Carpe Diem : Günü Yakala” İşte biz geçmiş köşesine sıkıştığımız sürece bu günü kaçırıyoruz. Oysa ki bugünün telafisi yok, bu güb bir kere daha size verilmeyecek. Bu günü kaçırmak demek kendi kendimize ihanet etmek veya kendi kendimizi kandırmak demek değilmidir. Bu günü elinden kaçıran bir insan nasıl gelecek ile ilgili bir vizyon geliştirebilirki ? Bu gününü kaçıran insan gelecek kaygısını yaşamaya daima mahkum olur. Gelecek kaygısı ise köşeye sıkışmanın bir başka alanıdır. Gelecek, ancak şimdiden bazı kararlar verilerek şekillendirilebilir.

O halde köşeye sıkışmanın bir başka türü de kararsızlık değilmidir ? Kararsızlıklar bizi olumsuz etkiler, ne yapmak istediğimizi bilemediğimizi için köşelere sıkıştırır. kararsızlık fırsatları kaçırtır. Çünkü fırsatlar hazır olana yani karar vermeye hazır olana gelir. Eğer önünüze fırsatlar çıktığında karar vermeye hazır değilseniz, bir anda o fırsatların tümünün gözünüzün önündeki mum gibi eriyerek yok olmasına da mahkumsunuz demektir. Karar vermek zorundayız. Ama karar verirken ve o karar uğruna yola çıkarken özeyeceğimiz bedeli önceden düşünmemiz yani o bedeli ödemeye hazır olup olmadığımızı sentezlememiz ve karşımıza çıkabilecek zorluklara da göğüs germeye hazır olmamız gerektiğini de unutmamamız gerekmektedir.

Köşeye sıkışacağımız ne çok neden var değil mi ? Aslında sonsuza kadar sürebilir bu tanımlamalar, bu kargaşalar ve bu sentezlemeler...

Kısaca özetlemek gerekirse, belki de şunu anlamalıyız ki, köşeye sıkışmaların temel nedeni sadece ve sadece “kişinin kendisi”dir. Biz kendi içsel gücümüzün farkına varabilmeli ve gereken değişimler için istek kavramını kendi içimizde harekete geçirmeliyiz. Biz önce kimseyi değil, kendimizi değiştirmeye odaklanarak bu köşeye sıkışılan durumlardan çıkmanın yollarını paradigma yani zihin haritalarımızı değiştirerek aramalıyız.

Unutmayın, güç daima içimizdedir. Sessiz sakin bir köşede dursada, o güz daima içimizdedir.

Sevgi ve Saygılarımla,

Kağan ÜNVER

08 Temmuz 2007

İlginizi Çekebilir