Sessiz Gemi
“Potansiyelin Performansa Dönüşümü..."
SESSİZ GEMİ
“Potansiyelin Performansa Dönüşümü...”
Bu yazımızın konusu için kişinin içerisindeki potansiyelin ortaya çıkarılması ile ilgili.
Günümüzde tüm kurumlar en değerli kaynakları olan insan figürü üzerine detaylıca odaklanmış durumdalar. Bu kaynağın en etkin şekilde kullanımı kurumun dinamikliğini ve canlılığına doğru orantılı olarak katkıda bulunmakta.
Biz bu konuda insan kaynakları departmanlarının yapması gerekenleri tartışmak yerine bireylerin içlerindeki atıl duran potansiyellerini performansa dönüştürmeleri konusunda neler yapmaları gerektiği üzerine odaklanacağız.
Hepimizin içinde aslında her alanada kullanılabilecek olan sonsuz bir potansiyel var. Bizler bu potansiyeli farkındalığımız ile geliştirebildiğimiz sürece performansa dönüştürebiliyoruz. Bu potansiyele ise “sessiz gemi” adını veriyoruz.
Sessiz Gemi durgun sularda ağır ağır yol almaktadır. Yelkenleri açık, dümeni sabittir. Daha hızlı gitmeyi düşünmemektedir. Çünkü buna ihtiyaç duymamaktadır. Ama Sessiz gemi’nin mürettebatı artık bu monotonluk içerisinde yan gelip yatmakta, gününü gün etmektedir. Çünkü zorlukları yoktur. Ya da daha iyiye gitmeleri için yapmaları gereken bir şeyler olduğuna inanmamaktadırlar. Sessiz Gemi’nin müretabatının daha iyiye gitmek için vizyonları yoktur. Kaptan’ları ise tembeldir. Sürekli uyumaktadır. Gideceği limanı bilmemektedir. Yalnızca günü kurtarmaya bakar ve asla geleceği göremez. Sessiz Gemi yalnızca rüzgarın ve akıntının götürdüğü yere ilerlemektedir sessizce. Bu sessizliği sukunet ve dinginlik sayar sessiz gemi’nin ekibi. Bu sukunet aslında ataleti simgelese de farkına varmaz sessiz geminin sessiz ekibi.
Oysa denize güven olmaz. Denizin ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Bakarsın birden fırtınalar çıkar birdense duruluverir deniz kendiliğinden. Dalgalar bir anda geri çekilir ve gemi karaya bile oturabilir. Deniz yosunsuz olmayacağı gibi, dalgasız da olmaz. Ama dalgaları ve fırtınaları önceden görebilmek önemlidir aslında. Ama sessiz geminin ekibi uykudadır. Değil geleceği neredeyse şimdiyi göremezler.
Sessiz Gemi’nin ekibi güçsüz müdür ? yoksa güçten mi düşmüştür ? Aslında sorun sessiz gemi ekibinin uykuda oluşu yani gelişime konsantre olmamasıdır. Bu durumda aslında müretttebatın her üyesi gemideki görevlerinden sorumlu olması gerekirken kimse sorumluluk alamak ve iş yapmak istememektedir. İşlerin hep kendiliğinden olmasını beklerler. Ama bu elbetteki mümkün değildir. Bu durumda aslında birilerinin kalkıp zahmet etmesi gerekmektedir. Sessiz Gemi mürettebatı zahmet etmezler. Zahmet etmek için bir hedefleri yoktur çünkü. Bir diğer açıdan baktığımızda ise sessiz gemi ekibinin aslında denizcilik bilgileri iyidir. En sert fırtınalar ile başa çıkabilecek şekilde donanımlıdırlar. Ama bunu kullanmamaktadırlar. Çünkü kullanmak için hedefleri yoktur.
Öyleyse, sessiz gemi mürettebatının aslında neye ihtiyacı vardır ? Daha hızlı gitmek için hedefe. Hedefe varmak için ise yeni bir taktik denemeye. Belki de daha önce denenmemiş yolları denemeye. O zaman ayağa kalkmaları ve ufku görmeleri gerekir. Ama ufuk çizgisine bakarak ileriye odaklanmaya. Herkes aynı ufku görsede ufka verilen anlam aynı olmayabilir. Örneğin;
100 yıldan daha uzun bir süre önce Amerika da Doğu sahilllerindeki bir dini okulu ziyaret eden bir piskopos vardı. Piskopos aynı okulun müdürünün evinde kalmıştı. Bir akşam yemeği sonrasında piskopos, okul müdürü ve okul müdürünün kardeşi sohbet ederken, piskopos asla dünyanın daha fazla gelişemeyeceğinden bahsetti. Çünkü ona göre doğadaki herşey keşfedilmişti.
Genç okul müdürü, onun bu düşüncesine katılmadığını, daha birçok yeni keşif yapılabileceğine inandığını nazikçe ifade ettiğinde piskopos buna tepki gösterdi ve nasıl başka bir buluş olabileceğini düşündüğünü müdür ve kardeşine sordu.
Genç kardeşler, 50 yıl içerisinde insanların uçabileceklerinden emin olduklarını söylediler.
Piskopos buna çok daha kızdı ve “Saçma!” diye bağırdı. “Sadece melekler uçabilirler.”
Kardeşlerin adı Orville ve Wilbur idi. Soyadları ise Wright! Herkes aynı gökyüzünde yaşıyordu ama aynı ufuk çizgisini görmüyordu.
Bu nasıl olabilir, aynı anda aynı yerde bulunan insanlar nasıl olurda farklı şeyleri görebilirler ? Basit! Biz olanları değil görmek istediklerimizi görürüz.
Bu durumda sessiz geminin ekibine de öncelikle ufuk çizgisine farklı bakarak farklı şeyleri görmek düşer. İşte bunu vizyon ile adlandırırız. Yukarıda örnekte olduğu gibi, tek farklılık kişiler arasındaki vizyon farkıydı. İşte bu noktada yapılması gereken vizyon geliştirmektir.
Çalışanların büyük bir çoğunluğu vizyonsuzluk tuzağına kapılırlar. Bu kadar yeter, daha ileriye gitmeye ne gerek var diyebilirler. Aynı sessiz geminin mürettebatında olduğu gibi.
Vizyonunuzu geliştirmek için hep daha ileriye ve hep daha iyiye doğru bakmanız gerekmektedir. Kendinizi bir formula 1 yarış pilotu gibi düşünün. Start anından itibaren hep ilk sıraya yerleştiğinizi hayal edin. İlk turu başarı ile döndünüz, yeterlimi bu turun performansı ? Unutmayın.. arkanızda bir rakibiniz var ve her geçen turda size yaklaşıyor. Tek bir hatanız sizi geçmesine neden olacak. Bu durumda ne yapmanız gerekir ?
Her turda daha hızlı gitmek. Biraz daha hızlanmak, daha ileriyi görmek. Daha başarılı olmak.
Japonya’da katıldığım bir eğitimde her çalışanın kendini analiz etmesi için hep aklımda kalan etkin bir yöntem öğrenmiştim. Her çalışma gününün sonunda kendimize sormalıyız :
Ben, bugün neyi iyi yaptım ? Yarın ise daha iyi nasıl yapabilirim ?
İşte bu anlayışa yürekten gelen iyileştirme anlayışı veya daha bilinen adıyla süreli gelişim denir. Sürekli gelişim anlayışı içimizdeki atıl duran potansiyeli harekete geçiren gizli güçtür.
Sessiz geminin mürettebatı için de aynı konu geçerlidir. Daha iyi bir seyir için önce daha iyiyi zihinlerinde canlandırmaları gerekir. Zihinde canlandırılamayan, hayal edilemeyen bir vizyon olamaz. Ayrıca o vizyona inanmak ve o vizyonu bir ideal haline getirmek gerekir. Ancak o zaman kişisel liderlik ele alınır. Ancak o zaman sessiz geminin personeli, ses çıkaran, sağlam yol alan bir gemiyi yönetirler.
Biz kendimizi yönetebilme yolunda bir adım bile atsak ne mutlu bize...
Sevgiyle, Sevecenlikle kalın...
Kağan ÜNVER
17 Nisan 2010